LGBT’ler Kürt hareketine bakınca ne görüyor?*
Kürt siyasal hareketinin temel motivasyonlarını besleyen “ayrımcılık”,
“inkar” ve “yok sayma” gibi mücadele alanları, cinsiyet kimliği ve cinsel
yönelim toplulukları için de başlıca mücadele gerekçeleri arasında
sayılmıştır. Mücadele gündemleri arasındaki birbirinin yankısı gibi görünen bu
benzerliğe karşın, aralarındaki ittifak ihtimallerinin iki tarafa da heyecanlı
duygular ilham ettiğini peşinen söylemek zor. HDP’nin geniş tabanlı bir kitle
projesi olarak ortaya çıkmasından sonra, LGBT’lerin örgütlü kurumsal siyasete
dahil olmak için yeni bir istek duyup duymadıkları meraka değer bir soru haline
geldi. LGBT toplulukları içinde kanaat önderi sayılan isimlerle konuşarak,
konunun nasıl bir psikolojik iklim içinde değerlendirildiğini anlamaya
çalıştık.
Söyleşilerin ilkini, Ganimet’le gerçekleştirdik. Buse Kılıçkaya ile
yaptığımız görüşme, bu soruşturma zincirinin ikinci halkasını oluşturacak.
Henüz yapılmamış olanlarla birlikte, soruşturma maratonunun tamamlanmasından
sonra LGBT’lerle Kürt siyasal hareketi arasındaki ilişkilerin nasıl bir hukuka
oturtulması gerektiğine dair dikkate değer bir kanaatin ortaya çıkacağını
umuyoruz.
Ganimet’e yönelttiğimiz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle:
Gani: “Kürt hareketi
ziyadesiyle erkek”
Türkiye’de trans hareketinin seyri hangi
aşamalardan geçti?
Dünyada gelişen eşcinsel hareket,
Türkiye’ye Özal’lı dönemlerde sirayet edebildi. Özellikle transların
mağduriyeti ve öldürülmesi üzerinden bir mücadele mecraı edinildi. Gey, yani
eşcinsel erkek hareketi, LGBT parantezindeki bütün yönelim ve kimlikler için
alan açan bir öncülük misyonu üstlendi. Zamanla eşcinsel erkek hareketinin
hedefleri ve mevzileriyle, diğer cinsiyet kimliklerinin ve yönelimlerininki
arasındaki paralellik silinmeye başladı. Hak ihlalleri mesela, münhasıran transları
ilgilendiren bir konu haline geldi. Trans hak ihlallerine karşı kurulan
örgütler, zaman içinde kökleşmeye ve kurumsallaşmaya başladı. Pembe Hayat,
kurulalı 9 yıl kadar oldu. Ondan önce de KAOS-GL içinde, rüşeym halinde bir
trans hareketinin varlığından söz edilebilir. Ama içinde yer aldıkları yapı,
transların özgün mücadele performanslarını açığa çıkarmaya müsait değildi.
Pembe Hayat’ı transların kendi özgün örgütlenme potansiyellerini keşfetmesini
işaretleyen bir kilometre taşı olarak görmek lazım.
Transların örgütlü biçimde alana
çıkması, toplumdaki değişik muhalefet gruplarının ve özellikle kadın
hareketinin daha önce göremediği muhalefet alanlarının farkedilmesini sağladı.
İnsanlar, toplumsal muhalefet alanının bu tuhaf görünüşlü yeni aktörlerine
nasıl muamele etmek gerektiğine karar veremedi. Feministler, trans hareketini
kavrayamadığı gibi, transları sistemin verili yargılarını taklit ederek
“dönüşmüş olanlar”, “dönüşmemiş olanlar” ve “yarı dönüşmüş olanlar” gibi bir
gruplandırmanın içine yerleştirip, kadın hareketine nispetini tayin etmeye
kendilerini yetkili saydı. Feminist kadın hareketinin içine kabul edilme krizi,
trans hareketinin en büyük hayal kırıklığıdır. Kadın değil, ibne olduğumuz
söyleniyordu. Transların alanlarda, feministlerle birlikte yürümesi, başlıca
ideolojik tartışma konusu haline gelmişti.
Tokat yedik ve kendimize
geldik
Bu reaksiyonun, bilhassa trans kadın
hareketine sağaltıcı bir tokat attığı da söylenebilir. Translar, feministlerin
onlara izafe ettiği “ibne” kimliğini canı gönülden sahiplendiler. Kadın
olmanın, “kadınım” demekten başka bir şarta bağlı olmaması gerektiğini ısrarla
ve dirençle haykırdılar. Buradaki tartışmada, transların argümanı özetle, kimin
kadın olduğunu tayin etmek için kendilerinin feministlerden daha temelli
tecrübe biriktirdiğiydi. Feministler kadınlıklarının doğuştan geldiğini ve ona
yeni hiçbir formasyon ilave etmeleri gerekmeyecek biçimde elde ettiklerini
düşünürken, trans kadınlar da elbette kadın olarak doğduklarını savunmaktan
vazgeçmediler. Ama bir trans için öyle doğmuş olmak, kadınlığını
ispatlaması gereğini ortadan kaldırmaz. Trans bu sınavı, kadınlığını inşa
ederek verir. Bu imtihanda sorular, biyolojik kadınların muaf tutulduğu
yerlerden geliyor. Translar buna, “iki kere kadın olmak” diyor. Buradan
hareketle mesela, benzer bir imtihandan geçmedikleri için feministlerin kadın
olup olmadığı bile tartışmaya açılabiliyor.
Etnik kimlik, din, aile, toplumsal statü
ve bütün diğer hayati müktesebatla birlikte kadın olmak uğruna feda edilen şeyler
bu zorlu imtihanın parçalarını oluşturuyor. Ben, sadece var bulunuşum
dolayısıyla bile kadınlık idealine bir feministten daha fazla hizmet ediyorum.
Sen oysa, sadece biyolojik bir sonuç dolayısıyla kadın olarak tasnif
ediliyorsun. Kadınlık idealleriyle imtihan edilmen gerekmiyor. Kadın
hareketinin politikasına mezun olup olmadığın sorgulanmış bile değil. İnşa
ettikleri cinsiyet kimliği dolayısıyla translar, bu tezleri kullanışlı birer
argüman halinde kadınlara karşı öne sürebiliyor.
“İbnelik” barajı, transların kadın
hareketinin içinde yer almasına engel oluşturduğundan, seks işçiliği ve başka
gündem konularını feministlerle tartışma fırsatları da geri kazanılamaz biçimde
heba oldu. Feministler, seks işçiliği konusunda hala “kadın bedeninin sömürüsü”
türünden argümanlar üreterek imanlarını sağlamlaştırıyor. Bu coğrafyada kadın
bedeni nerede sömürülmüyor ki? Seks işçisi olarak bizim iddiamız,
özelleştirilmiş, hamiline yazılı bir senet haline getirilmiş vajinanın
kamusallaştırılması gerektiğidir. Vajinayı kamusal ilgiye açarken, bir yandan
da özgürleştiriyoruz. Erkek tahakkümünden çıkartıp, egemeni olduğumuz bir şey
haline getiriyoruz. Feminist hareket bunu anlayamadı.
Son otuz yılda öldürülen kadınların
yüzde 80’i, kocalarının kurbanı olmuş. Aynı istatistik, trans ölümlerinde de
doğrulanıyor. Aslında şiddet aynı yerden geliyor. Aynı şekillerde ölüyoruz. Bir
tek bu paralellik bile bizi yan yana getirmeye yeterli olmalı. Bu mümkün
olamadı çünkü kadın hareketi buna hazır değil. Kadın hareketinin kendisininkinden
başka vajina görmeye tahammülü yok. Çünkü kadın hareketi, kendi vajinasını
sevmeyi bilmiyor. Onu, erkeğin vajinayı sevmesi gibi seviyor.
Tam olarak ayrışma
noktaları neler? Birlikte yürüyemeyişinizin bariz sebepleri ne?
Fuhuş ve seks işçiliği önemli bir ayrışma
noktası olarak işaretlenebilir. Ben Türkiye’deki feminist hareketin beyaz bir
karaktere sahip olduğunun gösterilebileceğini düşünüyorum. Kürt kadını da
devreye girdi ve kadın hareketinin vurgusunu değiştirdi ama bu hareketin içinde
hala bir orospu yok. Orospuluk münhasıran bir kadın iştigal alanıdır oysa.
Bunların içinde köy kadını da yok. Bu ikisi kadınlığın temel tanımlayıcı
öğeleri. Kadın hareketi, kadını, onu tanımlayan parçalarından soyarak kendini
oluşturmaya çalışıyor. Dolayısıyla “kadın”, hareketin içinde olmayan asıl şey
bir bakıma. Beyaz, üniversite mezunu, yabancı dil bilen bir topluluk, kadının
sözünü kurma iddiasıyla ortaya çıkıyor. Bu şekilde tarif edişim, evet, hiç hoş
değil. Feminist bir kadın olarak bunları söylüyor olmaktan memnun değilim ama
feminist hareket maalesef böyle. İçinde kadını da barındırmıyor. Kadınlık
halleri refüze konusu ediliyor. Hareket, sadece kendini kurtarabilmiş kadını
barındırıyor. Bu hareketin entelektüel zihin jimnastiği seansları dışında
kendini ortaya koyabilmesi mümkün değil. Durum, bana böyle görünüyor.
Translar etnik kimliksiz
Kimlik mücadelesi
yapıyor olmaları dolayısıyla trans hareketiyle Kürt özgürlük hareketi arasında
kendiliğinden bir ittifak bulunduğu düşünülebilir mi?
Kürt hareketinin legal partileri
LGBT’leri kucakladığını söylemeye bayılıyor ama trans hareketinin Kürt veya
başka etnik kimlikleri barındırdığını düşünmek zor. Kürt hareketinden gelen
motifleri LGBT’ye yedirmekte de zorluk var. Çünkü Kürt hareketi ziyadesiyle
erkek bir hareket. Gerilla coşkusu filan devrede ayrıca. LGBT hareketininse bir
orospu tandansı vardır. Tamamen zıt. Bir Kürdün dönme olmaya karar vermesi, iki
kere dönmek gibidir. Başka bir erkeği daha öldürüyorsun. Kendiliğinden bir
ittifak düşünülemez, çünkü etnik kimlik, transların dışlanma gerekçeleri
arasında yer almamıştır. Cinsel kimlik ve cinsiyet yönelimi üzerinden başka bir
nefret söz konusu. Translara yönelmiş nefret, etnik kimlik gibi detayları
dikkate almıyor. Etnik kimliği dikkate almadığı gibi, din ve millet gibi üst
kimlikleri de dikkate almıyor. Mesela, Kürt olması, bir transın öldürülmesine
sebep teşkil etmez. Tersine, transfobinin, translar dışında kalan bütün üst ve
alt kimlikleri bir ittifakın tarafları halinde buluşturan başka kaynakları var.
Denebilir ki translar, etnik kimliksizdir. Çünkü hiçbir millet, translar kadar
aşağılık bir yerde konumlandırılmayı kabullenmez. Trans kimliği, hiçbir etnik
grup için gurur vesilesi olmamıştır. Hiçbir Türk, ibne veya dönme olmayacağı
gibi, hiçbir Kürt de ibne ya da dönme değildir. Onların içinden çıkmaz böyle
şeyler. Askerle gurur duyulur, gerillayla gurur duyulur, başka bir sürü ıvır
zıvırla gurur duyulur ama dönme olmakla gurur duyulmaz. Trans hareketi bir leş
hareketi olduğu için, ona gurur duymaya vesile bir paye yakıştırılmamıştır.
Leşlerin arasında etnik kimliğe bakılmaz. Pavyonlarda Kürt yoktur mesela. Beri
tarafta, Kürtlük de transların en kolay vazgeçtikleri kimliktir. Pop
sanatçılarının tarzlarını taklit ediyorsun, onlar gibi giyiniyorsun, bütün
bunların üstüne kara Ortadoğulu yaftasını mı yakıştırırsın? İstanbul’da Kürt
kökenli transların öncülük ettiği bir güzellik yarışması yapıldı mesela. Hem
de, Diyarbakır’da bir güzellik yarışması düzenlenmesi girişiminin
engellenmesinden hemen sonra. Verili güzellik algısıyla dalga geçme fırsatı
olarak düşündüğümüz için önce biz de destekledik bu fikri. Mizah vurgulu bir
girişim diye düşünmüştük. Ameliyatsız olanların, sakallı ve şişman olanların
başvuruları reddedildi. Kürt kökenli translar yaptı bunu. Biz de organizasyonu
boykot ettik doğal olarak.
Tüzüğünüzde varız,
büzüğünüzde yokuz.
Kürt parlamenter
siyasetinde bir LGBT açılımı var ama…
Doğrusu, sanırım HADEP döneminden
başlayarak tüzükte, LGBT’lerin tanındığına dair bir ibare konmuş olması dışında
herhangi bir sonuca yol açmadı bu açılım. Tüzük değişikliğiyle Kürt partileri
ibneleri içine almış oldu. Peki hani neredeler? İbne olmadığı gibi dönme filan
da yok. Tüzüğünüzde varız ama büzüğünüzde yokuz. Yokuz, çünkü halk henüz buna
hazır değil. Halk beni sikmeye hazırken sorun yok. Katletmeye hazırken de sorun
yok. Aynı halk, dillere destan sanat güneşlerimize bayılırken de hazırlıksız
yakalanmıyor. Halk bana ne zaman hazır olacak? Diyarbakır’da 13-15 yaşındaki
çocukların cinsel yönelimleri yüzünden dövülmesinin de gerekçesi bu. Halk hazır
olmadığı için toplantılarda seks işçiliğinden bahsedilmesi sansürleniyor. Yani
en azından çocuklara prezervatif kullanmaları gerektiğini söyleyin. Bir kere
buradan başlayın. Kürdistan, bu çatır çatır kanayan sorunu konuşmuyor,
konuşmaya niyetleneni de susturuyor. “Seks işçiliği yapma” demek, ayrı bir
zulüm. Tüzükte böyle bir ibarenin yer alıyor olması iki kere kötü. Hiç olmaması
tercih edilir. Yani tüzüğe almak kalleşçe oluyor biraz. Kalleşçe kelimesini
kullanmak istemiyorum ama sen tüzüğünde LGBT’leri anarak benim için tek seçenek
haline geliyorsun. Ben BDP’li veya HDP’li olmayışımı izah etmekte zorlanacağım.
Bu ikiyüzlülüğün kendisidir aslında. Keşke beni tüzüğüne filan almasan. Senin
karşında söyleyecek sözüm olurdu. “Tüzüğümde varsın” demek, görmemenin en
görünür hali.
Yani tüzükteki ibareyi
referans göstererek kendine herhangi bir alan açamıyorsun, bunu bir hareket
alanı edinmek için kullanamıyorsun, öyle mi? Pratikte karşılığı olmayan bir şey
midir?
Pratikte bir karşılığa dönüşmüyor evet.
Pratikte bir şeye dönüşmesi için zorlayanlardan biriyim ben. Kürt hareketini de
zorluyorum, şu hareketi de, bu hareketi de. Zorladığımda, “Kürt halkı henüz
buna hazır değil” diyor. Kürt beni sikiyor. Kürt mafya beni satıyor. “Ey Kürt
halkı, ben bir dönmeyim ve Diyarbakır’a geldim” desem, ilan etsem,
Diyarbakır’ın hepsi beni sikmek için sıraya girer. Erkeğin bu kadar
canavarlaştığı bir yerde sen, Kürt halkının hazır olmadığından dem vuruyorsun.
O Kürt halkı, beni öldürmeye gayet hazır. Ayrıca ayrımcılığa uğramak filan
konularında benzer tecrübelerden geçtiğimizi söylüyoruz. Kürtler sokakta
translar gibidir. Hayatta kalmanın ilmini kapıverir. Kürt halkı henüz hazır
değilmiş… Bekleyelim hazırlansın o zaman. Kürt hareketi beni ne zaman kadın
kabul edecek. Bunlar muallakta olan şeyler. Herkesin, “Buraları hızlı hızlı
geçelim” dediği şeyler. İran’ın resmi tutumu, çok daha dürüst. İran’da ibne yok
mesela. Ya kadınsındır ya da değilsin. Bence çok şereflice. İran en azından
gerçek yüzünü gizlemiyor. Seni teşhis etmekten kaçınmıyor. Sen beni
tanımlayamıyorsun bile. Kürt siyasal hareketi özgürlükçü bir hareket değil mi?
Herkese, istediği özgürlükler vaat edilmiyor mu? Sen bu projeye, eşcinsel
hareketi dahil edebilirsin. “Halk hazır değil” diye başlatılan bir cümle, bende
Kürt fobisinden başka bir şey uyandırmıyor. Kürtler için ilk feda edilecek şey
olduğumu düşünüyorum. Ortadoğu’nun göbeğinden, bütün dünyaya dalga dalga
yayılabilirdi bu hareket. Halka, eşcinsel hareket yerine, hazır olduğu şey
yeniden propaganda ediliyor, Kürt hareketi İslam ümmetçiliğini bir kez daha
keşfediyor gibi görünüyor bana. Kürt hareketi… Var mıyız, yok muyuz, neredeyiz?
Yerimizi gösterin bize. Bizi bir yere oturtmadan yarımsın. Hareketin
tamamlanamamış. Ben yoksam sen yarımsın, tamamlanmamışsın demektir.
Enfeksiyondan korkuluyor
Bu bir ikiyüzlülükse
şayet, hangi niyet gizlenmeye çalışılıyor olabilir?
Gizlenen, ibnelerin güllük gülistanlık
partilerine virüs bulaştırması korkusudur. Bunun yersiz bir korku olmadığını
ben şahsen doğrulayabilirim. AKP’de, ibnelerin ve dönmelerin parti genel
merkezinde ayak altında dolaşması nasıl bir rahatsızlığa yol açacaksa, HDP’deki
rahatsızlık da bunun aynısıdır. Buna biz kısaca fobi diyoruz. İbneliğin bir
hastalık olduğunu kabul edemem ama bulaşıcı olduğu kesindir. Virüs gibi sirayet
ederler. LGBT’ler, sadece HDP içinde değil, olabiliyorsa AKP içinde de olmalı.
Hatta Ülkücü hareket içinde olmalı. O zaman Ülkücü hareket kesinlikle
bugünkünden farklı bir şeye dönüşecek. Birkaç ay önce, Trans ve Gay Onur
Yürüyüşleri dolayısıyla Ramazan fiilen bir hafta geç başlatıldı, farkettiniz
mi? Ezan seslerinin yankılandığı Taksim Meydanı, İstiklal Caddesi, ibneler
tarafından işgal edilmişti. Dans ederek festival kutluyorlardı. Müslüman ümmetini
bu virüs salgınından korumak gerekiyordu ve Ramazan geciktirildi. Bence HDP’de
de korkulan budur. Bu nevazil karakterli salgın Kürtlerin de ağzına sıçar,
Türklerin de. Türkleri de başka bir yere getirir, Kürtleri de. Her şeyin ağzına
sıçar. “Namus neymiş ayol!” diye bas bas bağırır; üzerine titrediğiniz
erdemlerin hepsini ayaklarının altına alıp çiğner.
Kürt translar,
diğerlerinin içinde anonim kimliklerle mi yer alıyor?
Hayır. Etnik kimliksiz olmalarına rağmen
Türkiye’deki Kürt transseksüellerin, bu kimlikle teşhis edilebilecekleri
alanlar da var. Translarla Kürt kimliği arasında bir ilinti arayacaksak eğer,
mafya halinde örgütlenmekte gösterdikleri beceriyi anmak gerekir. Seks işçiliği
piyasasının rekabet koşullarına özgüdür bu oluşumlar. Kürtler sanırım, pek
itibarlı kabul edilmeyen başka iş sahalarında da benzer şekillerde bir örgütlü
hareket etme refleksi ortaya koyuyor. Dil ve kültür ortaklıklarının bu
oluşumların ortaya çıkışında rol oynadığı düşünülebilir. Ama seks işçiliği
alanındaki Kürt paydalı oluşumların, diğer iş alanlarından farklı olarak Kürt
kadının ayırt edici karakteristik özelliklerini yeniden ürettiğini
görebiliyoruz. Translık ayrıca, Kürtlüğün tasfiyesi anlamına da geldiğinden,
paradoksal biçimde Kürtlerin itinayla dışında tutulduğu alanlara giriş
müsaadesi sağlar. Translarla Kürtlük arasındaki ilintilere eğilirken, bu
noktayı da belirtmek gerekiyor. Bu biraz, işgal kuvvetlerinin, fahişeleri
direnişçilerle aynı kefeye koymaması gibi bir durum. Translar adına bu kazanımı
küçümsememek gerekir. Buradan giderek, toplumun orta ve üst tabakalarına sızma
imkanları yakalayabiliyorlar. Hatta genel olarak transların ama bilhassa Kürt
transların hayatta kalabilmeleri, bu imkânları en iyi şekilde değerlendirip,
nezih semtlere kapağı atabilmelerine bağlı gibidir.
Türkiye’de Kürt olmak, bilindiği gibi,
ikinci sınıf görülmekten kaynaklanan bir etnik kimlik krizine yol açıyor. Bizim
trans kimliğini taşırken hareket ettiğimiz yer, en dipteki bir nokta
olduğundan, daha kötüsü olamayacak bir aşağılanmayla yaftalandığımız için,
kimlik meselemiz daha geriye götürülemez durumdadır.
Beş yıl önce bu vakitler…
Kürdistan’da görünür
olmak, daha fazla risk almak anlamına gelmiyor mu?
Görünür olmak zaten problem. Kürdistan
bu riske büyüteç tutuyor. Kürdistan’a gittiğim ilk seferinde, trans olarak
ortalıklarda gezemeyeceğimi, öldürüleceğimi söyleyerek beni uyardılar. Ama beni
Ankara’da da öldürüyorlar. Mümkün ve muhtemeldir, evet, Kürdistan’da da
öldürürler. Otelden çıkmamam tembih edildi. Kürdistan da benim ülkem ve kendi
ülkemi bir turist olarak bile gezemiyorum. Deseydiler ki, “Türk olduğun için
risk var, seni öldürürler”; ağrıma gitmeyecek. Hak ediyor bile olabilirim. Ama
beni korumaya çalıştıkları tehlike, Türk oluşumdan kaynaklanıyor değil.
Diyarbakır’da bana saldırsalar, Türk olduğum için değil, trans olduğum
saldıracaklar. Saldırgan, hangi etnik kimliğe mensup olduğumu merak bile
etmeyecek.
Kürdistan’da trans görünürlüğü konusunda
çarpıcı bir gözlem aktarabilecek durumda sayılırım. Bundan beş yıl kadar önce
gittiğim Newroz kutlamaları sırasında alanda müthiş bir coşku vardı ve hiçbir
endişe duymadan aynı coşkuya sınırsız biçimde katıldık. İnsanlar bizimle
konuşmak ve resim çektirmek için sıraya girdiler. Sanırım bizi bir şeye
benzetemiyorlardı. Translığımızı anlayamamışlardı. Diyarbakır’daki son Newroz
kutlamalarında da bir grup arkadaşımla birlikte aynı alanda bulundum. Linç
edilmekten kıl payı kurtulduk. Bu iki tavır arasındaki kontrast müthiştir.
İlkinde, götünü bile açmış olsan, kimse tahrik olmazdı. Herkesin bir politik
duruşu ve o duruşu sergilemekle ilgili açlığı vardı. Son gittiğimde gördüm ki,
o açlık tatmin edilmiş. Kürtçe şarkılar üzerindeki yasak kalkmış, Newroz’u bildiğimiz
karnaval ölçülerine yerleştirmişler. Patlayan çocuklar vardı mesela.
Bu farkı neye yormak
lazım?
Aslında inancını yitirmiş orası bence.
Bu iki ziyaret arasında geçen kısa süre içinde, Diyarbakır’daki ibne
popülasyonunda tam bir patlama yaşandı. Biz, müstakbel ibnelerin ve dönmelerin
Bülent Ersoy’ları, Zeki Müren’leri olduk. Bizi gördüler ve dönmek için cesaret
buldular. Bugün Surdibi’nde çocuklar 5 lira karşılığında kendilerini
siktiriyorlar. Canlarının acıyacağını bilerek siktiriyor. Niye biliyor musun?
Kadın olmak için. Çok basit. Yani çocuklar başka bir yol olmadığını gördüler.
Kadın olmanın yollarını öğrendiler. Tek çarenin bu olduğunu biliyorlar. Kimse
onları kadın yapmaz. Kendileri bir yol bulmak zorunda. Diyarbakır’ın yağız
delikanlıları gibi değiller. Yumuşacıklar. Elbette nefrete hedef olmayı da
tecrübe ettiler. Öldürülmeyi göze alıyorlar. Öldürülmeyi göze alacak kadar gözü
kara bir kararlılık varsa, sorun sende olabilir. Sorun Kürdistan’da, Türkiye’de
olabilir. Çocuklar, oralarda yaşadıklarını anlattığında tüylerim ürperdi.
Diyarbakır’da hiç ibne yokken, biz problem yaşamıyorduk. İbneler ortaya çıktı
ve homofobiyi çağırdı. Biz linç edilmekten kurtulduk ama onlar orada kalmak
zorunda. Kürdistan’da ibneler ve dönmeler takır takır öldürülüyor. Çocuklarının
ibne olduğunu öğrenen aileler, babalar, çocukları alıp götürüyor ve bir daha
kendilerinden haber alınamıyor. Bunlardan söz eden yok. Kürt eşcinselleri bile
suskun. Davetli konuşmacı olarak gittiğim bir toplantıda, beni seks
işçiliğinden bahsetmemem konusunda uyardılar. Hevaller toplantımızı teşrif
edecekmiş. Yakışık almazmış. Toplantıda saygı duruşuna da geçirdiler beni.
Saygı duruşumu durdum, selamımı verdim. “Sıçarım sizin saygı duruşunuza” desem
oracıkta linç edecekler. Allah belanızı versin! Burada da mı saygı duruşu?
Saygı duruşuna, ta Atatürk’lü ilkokul dönemlerimden kalma bir alerjim var
benim. Nefret ediyorum. Militarizmin dili olarak kabul ettiğim bir şeyi,
Kürdistan’da bana tekrar buyurdular. Genç bir gerilla çocuk geldi ve ayağa
kalkmam için beni uyardı. Eyvallah. Çocuklar o kadar gergin ki… Ya, biz
ibneyiz… Biraz rahatla, az gevşe…
Tanrı bunu karıştırıyor
Kürdistan’da eşcinsel
hareketin gündemi ne?
Kürt hareketi Kürdistan’ı kuruyor.
Kürdistan’da eşcinsel hareket ortaya çıksın diye bekliyoruz ama Kürtçe’de
eşcinsel teriminin bir karşılığı yok. Bu minik eksiklik öyle komik durumlara
yol açıyor ki, yurtdışındaki bazı toplantılarda insanlar “Götveren hareketi”
yazılı dövizler taşımak zorunda kaldı mesela. Kürt eşcinselleri, Kur’an’da
ibnelik lehine yorumlanabilecek ayetleri araştırmak üzere bir ulema heyeti
teşekkül ettirmiş. O da bir başka komiklik. Ortadoğu’da üzerine tartışmak için,
bula bula bunu mu buldun? Bir kere, senin hareketin köken olarak batılı.
İslamiyet, bütün öteki dinler gibi senin hareketinin başlıca düşmanı. İbneler
hıristiyandır ya da Müslümandır diyemezsin. İbnenin dini yoktur. Hiçbir dine
ait değildir. Sen meseleyi böyle mi anlıyorsun? İbneliği bu yolla
legalleştiremezsin. Senin “Allah beni affetsin, ben Müslümanım ama aynı zamanda
ibneyim. Cehenneme gitmeye de bari razı olayım” deyip boyun eğmen gerekiyor. Ya
da, “Sokmuşum dinine, imanına, tanrısına” demeli, isyan bayrağını açmalısın. “Ben
bir ibneyim ve tanrı bunu karıştırıyor” deyip karşı çıkmak zorundasın. Kürt
eşcinsellerin kendileri için böyle selamet yolları aramaması gerekiyor.
Eşcinsellik, biraz da barışı getiren bir şey. Eşcinsellik antimilitarist bir
duruştur. Militarist yapıların içinde hasta olarak işaretlenmen bu yüzden. Ya
bu hastalığı kabul edip sineye çekeceksin, ya da delikanlıca, asıl sapkınlığın
militarist yapıların kendisinde olduğunu haykıracaksın.
Gerilla mücadelesinin
de militarist bir karakteri olduğu söylenebilir ama…
Tabi. Gerilla hareketini aklamak doğru
değil. Ben, herhangi bir silahlı hareketin başlı başına sorun olduğunu
düşünüyorum.
Kürt kimliğiyle var
olma mücadelesinin gereği bu ama. Bir savunma hali…
Evet, bazı doğrular sorgulanmaktan muaf
sayılıyor. Eyvallah. Başka hiçbir şey demiyorum. Bu söylediğinin karşısında
“gık” diyebilecek halim yok. Ben de aynı coğrafyada yaşıyorum. Ben de Kürt
olmanın, Çingene olmanın, aşağılanan kesim her kimse onun, Ermeni olmanın
mesela, ne demek olduğunu gayet iyi biliyorum. Ayrımcılığın en şiddetli dozuyla
sürekli karşılaşan biriyim. Kastedilen bu sızıyı anlayamayacaksam, kıçımı
siktirmenin bedensel hazzının ötesine geçememişim demektir.
Trans olmak seks
işçiliğiyle neden bu denli doğrudan bağlantılı olmak zorunda?
Bana başka yaşam şansı tanınmıyor. Bu
sadece benim mücadelemin konusu değil. Kürt hareketinin de sorunu bu,
feministlerin de. Bu sorunu benim üstüme yıkmak, Türk hareketinin
kalleşliğinden farklı bir tutum doğurmaz. Bundan ne gurur duyuyoruz, ne de
utanıyoruz. Biz buradan bir politika çıkardık. Ev kadınının alın yazısındaki
kötü kadere razı gelmesi gibi yapmadık. Biz sikilme halimizi politik
ifadelerine kavuşturduk. Kürt hareketi, translığa geçiş hali gibidir; açık
hedef haline geldiğin bir dönem. Ben aslında gayet halim selim bir kadınım.
Hayvan hakları konusunda hassasım mesela, çevrenin tahrip edilmesine karşı
çıkarım. Bildiğimiz iyi kalpliyim. Ama bunun yanısıra en az 20 kişiyi
bıçaklamam gerekmiştir. Çünkü geceleyin sokaktasın. Bıçaklamaktan başka sana
şans tanımaz onlar. Sokakta beni öldürmeye hamle etmeleri, cinsel temelli
kompleksler gibidir. Beni bir mide bulantısı eşliğinde arzuluyorsun. Bu müthiş
bir bağ. En az Oedipus kompleksindeki kadar güçlü. Sen, annenin amını yalayarak
dünyaya çıkarsın ve am öldürmeye başlarsın. Amlara yaşama hakkı tanımazsın.
Oysa ilk tanıştığın şeydir o am. Ananın amından başlar serüven.
Yusuf AL
* Halihazırda
Pembe Hayat’ın web arşivinden erişilebilen bu söyleşi, girizgâhta da
belirtildiği üzere bundan iki yıl kadar önce kapsamlı bir soruşturma dosyasının
ilk görüşmesi olarak planlanmıştı. Söyleşinin tartışmaya niyetlendiği meselenin
muhatap sıkıntısını aşamadığı, bugün için de ileri sürülebilir. Kürt siyaseti
ile LGBT ideallerinin dondurulmuş halde muhafaza edilen temassızlığını dert
edenlere Gani’nin argümanlarının bir çıkış noktası olarak yeniden teklif
edilebileceğini zannediyoruz. Dosyanın öteki görüşmelerinin neden yapılamadığı, bu söyleşide
zikredilen düşüncelerin LGBT cemaatlerinin müesses mahfillerinde ne şekillerde
yankılandığı Abesle İştigal arşivinde yer alan şu polimik yazısından takip
edilebilir. http://ganimeth.blogspot.com.tr/2014/11/ayna-ayna-soyle-bana.html